Nikos Kazancakis’in Zorba adı ile dilimize çevrilen romanını okudum. Orijinal adıyla  “Βίος και Πολιτεία του Αλέξη Ζορμπά”- ‘Alexis Zorbas’nın Hayatı ve Maceraları’ ismine sahip bu harika kitap ve 1964 yapımı sinema uyarlaması hakkında birkaç satır bir şey yazmak en azından halen okumamış olanlara kitabı ve filmi tavsiye etmek istedim. Kitabı anlatmaya başlamadan evvel kitaplar ve filmler konusunda seçici olduğumu ve yarıda bıraktığım kitaplar olduğunu belirteyim:

Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki? -Franz Kafka

Kafka’nın da dediği gibi bir kitap beni sarsmıyorsa onu okuma zahmetine katlanamıyorum. Bu hem kitap hem benim için bir işkence halini alıyor. Ama Kazancakis’in Zorba’sı çağını aşan ve beni inanılmaz etkileyen kitaplardan birisi oldu. Kitabı okuduğunuzda kafanızdaki önyargılar, insanlar hakkındaki düşünceleriniz bir başkalaşmaya uğruyor “Ünlü” bir şairin dediği gibi “Allah ne demek ahlâk ne demek” anlıyorsunuz. İlk defa 1946 yılında yayınlanan roman 1930’lu yıllarda geçiyor ve herkesin “Patron” diye çağırdığı bir adamın kaleminden bize aktarılıyor. Girit’e kendisine miras kalan toprakları işletmek için giden bu genç adam yolculuk esnasında kitabımızın baş kahramanı aynı zamanda hayat kılavuzumuz olacak olan Aleksi Zorba ile tanışıyor ve  “Suyun insanı boğan, ateşin yakan” bir şey olduğunu anlamaya başlıyor.  Zorba ismi ile müsemma bir roman karakteri. Ölüm karşısında hayatı, yarın karşısında bugünü seçen bir Greek Hayyam’ı diyebilirsiniz onun için. Kitabı okurken zaman zaman Patron’laşacak zaman zaman ise Zorba olacaksınız. Zaten kitabın güzel yanında bu gel-gitleri size yaşatması esasında, hayatı ve içinde yaşadığımız anları bize sorgulatması:

Hayır, özgür değilsin, dedi. Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar! Senin patron, uzun ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun… -Alexis Zorba

Kitapta basit, sıradan ama ciddi derinlikleri olan bir insan olan yaşlı ve tecrübeli Zorba’nın aforizma ve hayat derslerine karşılık, genç, varlıklı, sağlıklı ama korkak ve uzun bir ipi olan patronun çatışmasını görüyoruz. Karakterler birbirlerine zıt gözükseler bile roman akışında aslında birbirlerini tamamlıyorlar. Patron öğreniyor, Zorba kendine yoldaş ediniyor:

Mangalın önünde ikimiz de konuşmadan oturduk. Mutluluğun, basit ve açık bir şey olup, bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı. Yalnız bütün bunların mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu. -Patron

Kitapla ilgili çok detay verip okumamış olanlar için spoiler yaratma derdinde değilim ama Şükrü Erbaş’ın Ömür Hanımla Güz Konuşmaları’nda dediği gibi ” Kim kimin derinliğini ne kadar anlayabilir ?” sorusuna bu romanda kısmen yanıt bulmak mümkün. Tanrı, kadınlar, şarap, hayat, doğa ve yaşam karşısında sorumluluklar, para, korkaklık ve uzun ipler. Muhtemelen okuduğunuzda hepiniz patronluktan istifa edip Zorba olmak isteyecekseniz. En azından ben böyle hissetmiştim. Ben Ataç Yayınevi tarafından basılmış olan kitabı okudum. Şu an Zorba Can Yayınlarından çıkıyor ama her iki kitabın çevirmeni de Ahmet Angın olduğu için çeviri konusunda herhangi bir farklılık yok. Romanda bir arada yaşamış olduğumuz ve her daim komşumuz olan Yunan, Bulgar ve Türk halklarının içiçeliğine de vurgu yapılıyor hatta yer yer Türk isimlerine ve şehirlerine yer veriliyor, önemli olanın ırklardan bağımsız iyi insan olmak gerektiğine Zorba’nın ağzından şöyle şahit oluyorsunuz:

Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türktür, bu Bulgardır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… Neden? Çünkü bunlar Bulgarmış, ya da bilmem neymiş… Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte… Boşversem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor,(…) o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be… Hepimiz kurtların yiyeceği etiz… -Alexis Zorba

zorba-the-greek-film

Mutlaka herkesin okuması gereken hatta ölmeden önce okunması gereken kitaplar arasında önerebileceğim eserin sinemaya uyarlanması ise 1964 yılına denk geliyor. Zorba The Greek  adıyla vizyona giren film Amerikan, Yunan, İngiliz ortak yapımı ve başrolde hepimizin Çağrı filmiyle tanıdığı usta oyuncu Anthony Quinn yer alıyor. Çekimleri Girit adasında yapılan filmde yerel halkta rol almış. Oyunculuklar konusunda zaten diyecek bir şey yok. Kitaba göre elbette hikâye süre sınırı nedeniyle  daha zayıf kalıyor ama filmin müzikleri şahane. Dinlemek isteyenler için Spotify üzerinden filmin müziklerine erişmek mümkün. Siyah beyaz bir film olması bana daha nostaljik geldi ve kitabı okurkenki hissiyatı filmi izlerken de yaşamamı sağladı. Zaten üç adet Oscar almış olması boşuna olmasa gerek. Özetle kitabı okuduktan sonra muhakkak filmini de izleyin yoksa bir şeyler eksik kalacaktır. Kitap ve film ile ilgili düşüncelerinizi yorum formu aracılığıyla iletirseniz üzerinde kritik yapabiliriz. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle.

Yazar

Araştırıp incelemeyi, yeni şeyler öğrenmeyi ve bu öğrenme deneyimimi bloğumda okuyucularla paylaşmayı seviyorum.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.